
TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA İLİŞKİN HUKUKİ DEĞERLENDİRME
Giriş
Tutuklama, ceza muhakemesi hukukunda en ağır koruma tedbiridir ve temel hak ve özgürlükler bakımından ciddi bir müdahale niteliği taşır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, gerek Anayasa'nın 19. maddesinde gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5. maddesinde teminat altına alınmıştır. Bu bağlamda, tutukluluğun devamına karar verilmesi, salt yargılama sürecinin uzunluğu gerekçe gösterilerek değil; somut, güncel ve ölçülü gerekçelere dayandırılmak zorundadır.
Tutuklama ve Devam Kararlarının Hukuki Dayanağı
Türk Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 100. ve devamı maddelerinde düzenlenen tutuklama tedbiri, bir yargı makamı kararıyla ve belirli şartların varlığı hâlinde uygulanabilir. CMK m. 101/1 uyarınca tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin yanı sıra bir de tutuklama nedenlerinin (kaçma, delilleri karartma vs.) bulunması gerekir.
Ancak yalnızca tutuklama kararı verilmesi yeterli değildir; bu tedbirin yargılamanın sonraki aşamalarında da devam ettirilmesi için her aşamada ayrı bir değerlendirme yapılmalı ve tutukluluk süresi makul sınırlar içinde tutulmalıdır. CMK m. 108, tutukluluk halinin incelenmesi ve devam edip etmeyeceği konusunda düzenleme getirir. Bu maddeye göre, tutukluluk durumu en geç 30 günde bir resen gözden geçirilmelidir.
Tutuklulukta Makul Süre ve AİHM İçtihadı
AİHS m. 5/3’e göre tutuklanan herkes, makul süre içinde yargılanmalı veya serbest bırakılmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tutuklulukta makul sürenin belirlenmesinde her somut olayın koşullarını dikkate almakta; özellikle tutukluluk gerekçelerinin her aşamada açık ve güncel şekilde gösterilmesini aramaktadır. Aksi takdirde, tutukluluğun “otomatik olarak” uzatılması, AİHM tarafından hak ihlali sayılmaktadır
AİHM içtihatlarına göre tutukluluk süresinin uzunluğu tek başına ihlal doğurmaz; ancak süreyle birlikte, mahkemelerin gerekçesizlik veya soyut genellemelerle yetinmesi durumunda, özgürlük ve güvenlik hakkı ihlal edilmiş sayılır.
Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
Tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarda çoğu zaman “mevcut delil durumu”, “suçun vasıf ve mahiyeti”, “cezanın ağırlığı” gibi şablon gerekçeler kullanılmaktadır. Bu durum, kararların gerekçesiz olması nedeniyle hem Anayasa Mahkemesi hem de AİHM tarafından hak ihlali gerekçesi yapılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, birçok bireysel başvuru kararında tutukluluğun devamı kararlarında kullanılan soyut kalıpları yeterli görmemekte ve “kişiye özel, somut gerekçelerin” bulunmaması durumunda kişi hürriyetinin ihlal edildiğine hükmetmektedir (Bkz. AYM, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, Mehmet Haberal kararı).
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi Yaklaşımı
Yargıtay da istikrarlı içtihatlarında, tutukluluğun devamına karar verilirken somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Sadece isnat edilen suçun katalog suç olması, kişinin kaçma şüphesi bulunduğu varsayımı veya dosyada sabit bir delil durumunun varlığı, tutukluluğun sürdürülmesi için tek başına yeterli kabul edilmemektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurulara ilişkin kararlarında, özellikle otomatik tutukluluk uzatma uygulamalarına ve “kararların kişiselleştirilmemiş olması” hususuna dikkat çekilmektedir. Bu durum, adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Sonuç
Tutukluluk, istisnai bir tedbir olup her aşamada yeniden ve özenle değerlendirilmelidir. Özellikle tutukluluk halinin devamına dair verilen kararların soyut ve kalıp ifadelerden ibaret olması, Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere aykırılık teşkil etmektedir. Hukukun üstünlüğü ve kişi özgürlüklerine saygı ilkesi gereği, tutukluluk kararlarında gerekçelilik, ölçülülük ve bireyselleştirme şartlarına azami özen gösterilmelidir.
Makale bilgilendirme amaçlıdır. Hukuki destek için iletişime geçebilirsiniz.